
Hayat Zor Fakat Kontrol Bende Çelişkisi
Öyle zannediyorum ki insanların yaşaması en “makul” ruh sağlığı sorunu “kaygı bozuklukları” dır.
Yarına dair hiç bir “net” tahmini olamayan insan ancak “planlamalar” ve “tedbirler” ölçüsünde bugününün kaygısını dindirebiliyor. Yarın milyonlarca insanın halihazırda yaşadığı aşılması en güç hastalıkların, duygusal yükü en fazla olan ayrılıkların, doğal afetlerin yaşanmayacağına dair kimse kimseye söz veremiyor.
Lakin öyle ilginçtir ki modern dünya bize sürekli aynı şeyi pompalıyor: “Mutlu olmak için elinden geleni ardına koyma!”, “Mutluluk senin elinde”, “Hayatta aşılamayacak sorun yok”, “Olumlu düşünürsen olumlu olur” gibi gibi bir sürü -bazen subliminal bazen aleni- mesajlar… İtiraf edeyim çok anlamsız buluyorum.
Oturup düşünürseniz bugün çocuklarda sınav kaygısının bu derece artması, panik bozukluğun ergenlik dönemine kadar inmesi, kapalı alan fobisinin(klostrofobi) bu kadar sık duyulması, takıntılarım çok diyerek tedaviye başvuranlarda patlamalar yaşanması hep aynı temele tutunuyor sanki : “Hayat çok zor, çok belirsiz fakat KONTROL bende” çelişkisine inandırılmış olmamız.
Belli bir yaşa kadar bazen kolay bazen zor aşamalardan geçerek daha mutlu daha rahat bir yaşam umuduyla çalışıyoruz, çabalıyoruz, kavgalar ediyoruz. Tedbir üstüne tedbir alıyor, onlarca imtihandan geçiyoruz. Bu aralıkta canımızı sıkan haberleri okumuyor, küçücük çocukların öldürüldüğü gerçeğini es geçiyor, aileden biri öldüğünde cenazesine gitmeyerek ruh sağlığımızı korumaya(!) çalışıyoruz. Ne kadar da beyhude!
Kendimizle Çelişiyoruz!
Günlerden bir gün hayatın o kadar da yeşil çiçek böcek tadında olmadığını, ölümün bir nefes uzaklıkta olduğunu, en sevdiklerimizle imtihan olacağımız gerçeği ağır bir şamarla yüzümüze değiyor ve yüzleşiyoruz. Pembe fanus çat diye çatlayıveriyor, olumlu düşünce namına geriye hiçbir şey kalmıyor. Korunduğumuz gerçekler, aslında bildiğimiz fakat bastırdığımız gerçekler tam karşımızda… Üstelik şimdi çok daha tanımadığımız ve bilmediğimiz bir imajla orada öylece duruyor.
Bu noktada modernizmin psikologlara atfettiği duruş ise belli: “Haydi şimdi ona öleceği gerçeğini unuttur; elini çabuk tut ve işe geri dönmesini sağla!”. Psikolog dediğin olumlu düşünür, sürekli olumluyu önerir, her soruna Pollyanna gibi bakmayı öğreterek hayatı pozitif kılar(!) değil mi?
Unutmamalıyız
Hiç unutmam yüksek lisans derslerimizin birinin notlarında şöyle bir anekdot vardı: “Hastayı hayatın anlamını düşünmeye itmeyin. Bu onu depresyona itecektir.” Emin olun bu “bilimsel” bilgiye “hıhı, tamam” deyip geçen binlerce meslektaşım var.
Açıkçası ben bu yaklaşımı doğru bulmuyorum. Belki bu söyledikleri Batı’da yerini bulabilir lakin bizim toplumumuzda bu düşünceden alıkoymak da insanları ruhsal problemlere itecektir. Hayatın gerçeği, varlığın gerekliliği bu! Nereye kadar unutturacağız/unutacak?
Değerli okurlar!
Bu kısma kadar farkındayım çok iç açıcı şeyler karalamadım. Derdim mutsuzluğa itmek değil, gerçekleri reddederek yalancı bir mutluluğa karşı bir bakış açısı dile getirmek.
Peki ne yapalım kısmına geçecek olursak naçizane birkaç . önerim olacak.
Huzur hepimize lazım. Hayırlı ve güzel işler yapabilmek, sosyal rollerimizi gereğince yerine getirebilmek, kendimize ve diğer insanlara faydamız olabilmesi için… Gerçekleri kabullenerek iç huzuru yakalamak da imkânsız değil. Hayatın gerçeklerinden kaçmamalıyız.
Her şeyden evvel yaşamın hiç bir aşamasında yüzde yüz kontrolün bizde olmadığı gerçeğini kabullenmemiz gerekiyor. Çaba ve mücadele elbette gerekli fakat zafer için asla yeterli değil. Bütün meseleyi kendi çabanıza, tedbirinize ve planlarınıza atfederek çözümlersek süreğen bir hayal kırıklığından başka bir şey hissetmeyiz
Yaşamımızı anlamlandırmalı ya da atfettiğimiz anlamı gözden geçirmeliyiz. Zira “neye anlam yüklüyorsanız hayat odur”.
İnsanlara yardım etmeli; onlar için koşturmalıyız. Mümkün olduğunca karşılığını unutarak bunu yapmalıyız zira beklentiye girmemek iki tarafı da koruyacaktır.
Manevi değerlerimizi gözden geçirmeliyiz. İnandığımız gibi yaşamak ne kadar uzağımızda ölçmekte fayda var.
Bilirsiniz ergenlik dönemi “kimlik arayışı” dönemi olarak bilinir. Ergen “ben kimim?”,”dünyaya neden geldim?”, “hayattaki misyonum ne?” gibi sorularla kendi iç dünyasında bir hesaplaşma yaşar. Üzülerek söylüyorum ki bu hesaplaşmayı yetişkin yaşa gelmiş ve hala yaşamamış bireyler var. Bunları sormalı, dönem dönem tekrar sormalıyız. Cevabı dâhilinde yaşamımıza el atmalıyız.
Elbette ki “yarın” önemli; fakat yarının kaygısı ile bugünün dertlerini de çözemez oluyorsak orada bir sıkıntı var demektir. Üstüne gitmeliyiz!
Sürekli olumlu düşünelim diyemem-ki bu imkansız. Lakin aklımızın bir kenarına her zaman olumlu bir düşünceyi de çağırmalıyız. Yaşadıklarımıza ah vah etmek yerine dersler çıkarmalı ve olaya dışarıdan bir göz gibi bakmayı denemeliyiz. Karar verme sorumluluğunun yükünü hafifletecektir.
İştişareye açık olmalı, güvendiğimiz akıllara danışmalıyız.
Yazan: Esra ORAS
Kanalı İçin Tıklayınız